Bak sen şu kadınların yaptıklarına...

Mehmet ŞENER

Gelin bugün siyasetin kasvetli ve bi o kadar da alengirli havasından uzaklaşıp, hemen yanıbaşımızda olup biten şu hayata ve insana dair güzel enstantanelere bakalım.Önce yine Mesnevi’den bir alıntı yaparak başlayalım ki, anlatacağımız olayı neden çok “değerli” bulduğumuz iyi anlaşılabilsin.Mevlana anlatıyor.Güvercinle baykuş gökyüzünde sohbet ediyordu. Bir ara baykuş güvercine dönerek, “güvercin kardeş, biliyor musun benim gözlerim öyle keskindir öyle keskindir ki, işte bu mesafeden şu tarladaki buğday tanesini görebiliyorum” dedi.Güvercin, baykuşun gösterdiği tarlaya ve bulundukları yüksekliğe baktı, belki de içinden, “haydi canım hiç bu yükseklikten tarladaki buğday tanesi görülebilir mi” diye geçirdi. Baykuş, güvercindeki bu güvensizliği anlayınca, iddiasını ispatlamak için, “haydi” dedi. İnip beraber bakalım, gör bak ki yanlış mı söylüyorum.”Baykuş önde güvercin peşinde süzülerek tarlaya indiler. Baykuş daha toprağa konar konmaz, avcıların kurdukları kapana düşüyor. Güvercin şaşkın ama yapabileceği hiçbir şey yok.Mevlana, bize ibret olsun diye güvercini şöyle konuşturmuş:“Ah zavallı baykuş ah; keşke göğün yüzünden yerdeki buğday tanesini görecek kadar keskin gözlerin olacağına, seni tuzağa düşüren şu kocaman kapanı görebilseydin.”Çoğu zaman gündelik koşuşturmalarımız ve aktüele olan ilgimiz yüzünden, burnumuzun dibindeki güzellikleri göremeyebiliyoruz.3 Aralık Engelliler Günü’ydü ya; işte bu vesileyle ülke genelinde olduğu gibi Erzurum’da da çeşitli etkinlikler düzenlendi.Yarın hangimizi nasıl bir akıbetin beklediğini bilmiyoruz. Bu sebeple sabah evden çıktığında, kendini neredeyse “ölümsüz” olarak gören bir babayiğit bile akşam evine koltuk değnekleriyle ya da engelli arabasıyla dönebilir.Yani herkes aslında aynı zamanda bir engelli adayıdır.Dolayısıyla yakınımızda veya uzağımızda gördüğümüz engelli insanlarımızı daha iyi anlayabilmemiz için hiç olmazsa yılda bir gün birkaç dakikalığına da olsa kendimizi onların yerine koyabilmeliyiz.Yakın akrabalarım içerisinde iki engelli insan var; hakikaten onları çok seviyoruz. İkisi de zihinsel engelli. Büyük olan amcamın oğlu Lütfü ağabeyim, ikincisi de sevgili baldızım Rukiye…O dünyanın hiç de yabancısı değilim…Fakat önceki akşam eşimle birlikte gittiğimiz Erzurum Polis Meslek Yüksekokulu’ndaki törende, aslında o dünyaya dair bildiklerimin ne kadar eksik olduğunu fark ettim.İzninizle öncelikle iki hanımefendiye en kalbi duygularımla şükranlarımı arzetmek istiyorum.Özden Altıparmak ve Emine Şahin…Sırf meraklılar için bu hanımefendilerin kimlerin eşleri olduğunu yazıyorum; yoksa onlar kendi adlarıyla zaten o kadar büyük ve sevgi dolular ki, ne valinin, ne de polis okulu müdürünün eşleri olma referansına ihtiyaçları yok.Bu iki hanımefendi başbaşa vermişler ve hangi gün’e, hangi çay partisine gidelim, nerede hangi kıyafet defilesini izleyelim demek yerine, beylerimiz kendi işlerini yaparken acaba biz bu şehre ve bu şehrin insanlarına ne yapabiliriz diye kafa yormuşlar, araştırma yapmışlar.Sonuçta, madem ki ülkemizde sekizbuçuk milyon engelli insanımız var ve değil mi ki o sekizbuçuk milyon insanın bir bölümü de şehrimizde yaşıyor ve pek çoğu da ne yazık ki temel ihtiyacını karşılamaktan uzak… O halde cebinden ziyade yüreği zengin insanlara danışmışlar ve tam 61 engelli kardeşimiz için akülü araba satın alacak bağış toplamışlar.Gittiğimiz tören işte o törendi…Okul müdürü Abdullah Şahin, çok kıymetli bir insan…Polis şefi olmasının yanısıra, iyi bir eğitimci, çok değerli bir aydın ve hepsinden önemlisi yüreği insanlık için çarpan adam gibi bir adam…Muhtemelen Abdullah Bey öncü oluyor, Özden ile Emine kardeşlerimiz de işin mutfak kısmını hallediyor. Neticede ortaya 61 engelli insanımızı sevindiren muhteşem bir tablo vücuda geliyor.Diğer polis meslek yüksekokullarında durum nedir bilmiyorum ama birkaç kez gidip gelmişliğimden ötürü Erzurum Polis Meslek Yüksekokulu’muz, başta müdürü olmak üzere, öğretmenleri ve tüm personeline kadar, hepsi güzel insanların bir araya toplandığı sıcak bir yuva gibidir.Orada eğitim gören gençler, kendilerini yatılı okul yerine evlerindeymiş gibi hissediyorlar çünkü başlarında “Baba Abdullah” var.Her iki hanımefendiyi de ilk kez o törende tanıdım, daha doğrusu gördüm.Riyadan, özentiden ve tribünlere oynamaktan öylesine uzaktılar ki, yaşadıkları çocuksu coşku gözlerinden saçılıyordu.Mütevaziydiler, hanımefendiydiler ve daha da önemlisi anneydiler…O törende beni etkileyen canlı tablolardan biri de, polisokulu öğrencilerinin birkaç dakikalık da olsa kendilerini engelli insanlarımızın yerine koyarak konser vermeleriydi.Yanımda oturan zat, kulağıma eğilerek sordu:“Mehmet Bey, polisokullarına engelli gençler alınıyor mu?”Gençler öylesine hakkını vererek o birkaç dakikayı yaşayıp ve yaşattılar ki, pek çok kişi o gençleri engelli zannetti.Önceki gün o salonda birileri karanlığa küfretmek yerine, birer kibrit yakmıştı.Ama ortaya çıkan aydınlık öylesine güçlü ve kucaklayıcıydı ki, dışarıdaki eksi 15 derecede bile kimse üşümemişti.Bir de ilk kez o gece Erzurum’un yüreği yaralı sanatçısı Didem Dilara Duman’ı dinledim.Pırıl pırıl bir sese sahip ve gerçek anlamda bir dadaş kızı…Besbelliydi ki TRT tedrisatından geçmiş…Kulakları çınlasın Zekiye abla (Çomaklı) bu güzel kızımızı öve öve bitiremedi.Basın olarak çoğu defa en küçük bir ayrıntıyı dahi atlamayan bizler, ne yazık ki bazen de gözümüzün önündeki abideleri göremeyebiliyoruz.Neyse ki bendeniz şanslı olanlardandım; zira o muhteşem esere tanık olabildim.Kadın isterse…Evet kadın isterse üstesinden gelemeyeceği bir zorluk ve aşamayacağı bir engel yoktur.Özden ve Emine hanımefendiler onlarca örneği olduğu üzre bir kere daha bunu ispatladılar.Hem de biz erkeklerin gözlerinin içine baka baka, ama mağrurlanmadan…Kadınlar, kadınlar…En müşkül zamanımızda ve göz gözü görmediği en zifiri karanlıkta bize omuz verip, yürekleriyle fener olan kadınlar…Anne, eş, kardeş, sevgili…Ama hepsi kadın ve hepsi katar katar sevgi taşıyor; bitmeyen bir aşk ve solmayan bir özlemle…Müsaade buyurun, o cennetlik ellerinizi hürmetle öpeyim…