Su insanı boğar ateş de yakar…

Mehmet ŞENER

En acı tecrübelerle sabittir ki, tabiata karşı hoyrat bir tutum sergiler ve genleriyle oynarsanız, tabiatın intikamı da yakıcı ve yıkıcı olur.

Misal; hala dumanı tütmekte olan Giresun’daki sel faciası…

Eskiler, “suyun hafızası vardır” derlerdi.

Ne demek suyun hafızası?

Suyun hafızası, asırlar boyunca akıp gittiği kendi yatağı ve yol bellediği güzergâhtır.

Siz o yatağın ve o güzergâhın üzerini yapılarla donatabilirsiniz, buna gücünüzün yettiğini de ispatlıyorsunuz işte!

Lakin su, o bildiği yani sizin betonlarla kuşattığınız yoldan gidecek illa da…

Çünkü hafızasına o adres kodlanmış…

Bulduğu her şeyi önüne katıp götürür.

Bu çoğu kez kaskatı kesilmiş bir inat, bazen tabiata hükmetme ihtirası ve yer yer de tilki kurnazlığıdır…

Su, öyle bir öğütür ki sonunda yalçın kayaları kuma çeviren bir değirmen olur.

Gücü de yetmezse eğer tıpkı Kartacalı komutan Hannibal Barca’nın dediği gibi son noktayı koyar:

Ya bir yol bulacağız ya da bir yol yapacağız.

Dile gelseydi böyle derdi, su…

Ateşe koşan kelebekler misali o da menziline akacak…

Keşke insanoğlu devr-i hayatının her merhalesinde hakikati müdrik edebilse…

Bunu başarsaydı eğer Cahit Sıtkı’nın ancak otuz beşinde keşfettiği o ilahi umde karşısında, "...su insanı boğar ateş de yakarmış” demezdi.

Ne var ki hayat iksiri olan su bazen de sadece boğar…

Ölüm olur öyle bir öfke tufanı doğurur ki, şehirleri, kasabaları, köyleri birer kartondan şato gibi yerle yeksan eder…

İnsanoğlu haddini aşmakta sınır tanımıyor.

Beş bin yıl önce de insan aynı insandı, bugün de…

Allah’a kafa tutmayı “mutat hal”e dönüştürdü!

Sonra ya bent vurulamayan selin önünde ya kasırgaların gazabında, ya koca koca dağları kül ufak eden volkanın kükremesinde ya yangınların kavurucu alevlerinde yahut da mikroskopta dahi güç bela görünen bir virüsün pençesinde çırpınıp durur…

İnsanoğlu çoğu zaman kendi elleriyle yarattığı küçük kıyametinde yitip gider de, buna rağmen arkadan gelenler sebep sonuç ilişkisini bir türlü muhakeme etmez.

Mevlana diyor ki, “Kim ki arpa ektiği tarladan buğday biçmeyi murad ederse bilsin ki hüsrandadır.”

Karadeniz’in coğrafi ve iklim şartları meçhul değil ki…

Kolaycılığa kaçmak isterseniz, bol bol referansınız var.

İbn-i Haldun’un “Coğrafya kaderdir” şeklindeki yaklaşımını siz hayatınızın merkezine koyar ve bunu da “amentü” kılarsanız kendinize, gayet tabii ki suçlu siz değil coğrafyadır, iklimdir ve nihayetinde, ezelde size o kaderi yazan Allah’tır!

Sen dereleri beton surlara hapsederken aslında bu mukadder sonu, kendi ellerinle inşa etmiş oldun.

Zahir, “etme bulma dünyası” dedikleri bu…