TÜRKİYE KIYAM EDİYOR

Mehmet ŞENER

Yapay zeka hegemonyasında, Türk’ün dijitalle imtihanı… Halide Adib Adıvar, o meşhur eserinin adını, “Türkün Ateşle İmtihanı” koymuştu.

Milli Mücadele’yi, Kurtuluş Savaşını anlatıyordu.

“Ateşe koşan kelebekler gibi ölüme koşuyorlardı” dedi.

Mehmetçiği anlatıyordu, Anadolu halkının öz canlarını nasıl vatandan aziz bildiklerine şahitlik ediyordu. yani…

Katil sürüsü emperyalistlerin unuttukları bir gerçek var, o da şudur:

Kim ki öz be öz canını namlunun ucuna kurşun diye sürmüşse, ondan daha tehlikeli bir silah yoktur.

Doğruydu.

Ölümü yenen insanlar için ateşe koşmak sevgiliyle vuslattı.

Acımasızca yakan ateşine rağmen sevgili özlemin adıdır.

Çoğu kimse bilmez ama esasında…

Sevgili, aşk, sevda, hasret ve vuslat bir de devletin yeni adıdır.

“Siz dıştan biz içten yıkmaya çalışıyoruz, yine yıkılmıyor

Sultan Abdülaziz dönemi Osmanlı devleti sadrazamlarından Keçecizade Fuat Paşa’nın, bir yemekte İngiliz büyükelçisine söylediği rivayet olunan bu söz, bazı tarihçilere göre, aslında Fuat Paşa, İngiliz büyükelçiye Osmanlı’nın nasıl güçlü bir devlet olduğunu anlatmıştır.

Çünkü bazı kaynaklar, o sözün tam metnini şu şekilde bildirmekte:

 “En güçlü devlet hangisidir?” sorusuna, Şüphesiz ki Devlet-i Aliye-i Osmaniye’dir. Çünkü yıllardır siz dışarıdan, biz içeriden yıkmaya çalışıyoruz ama bir türlü yıkılmıyor.” 

Öyledir ya da değildir; gerçek niyeti elbette bilebilmemiz mümkün değil.

Lakin bu tespit, hakikatin bizzat kendisiydi.

Batı’nın, Osmanlı’ya “Hasta Adam” teşhisi koymasından neredeyse bir asır sonra yıkılmasında, “dışarıdakilerden” çok “içeridekilerin” daha etkili oldukları muhakkak…

Zannediyorlardı ki, Ali Osman’ı tarih sayfasından silersek Türklerin, asla bir daha bağımsız bir devleti olamaz.

Elbette yanlış bir teşhisti.

İbn-i Haldun, çok konuşulan eseri Mukaddime’sinde devletlerin de, tıpkı insanlar gibi bir ömürleri olduğunu söyler.

Evet…

Tarihte yüzlerce örneği olduğu gibi tam altı asır sonra Osmanlı tasfiye oldu, ama Türkler tarih sayfasından silinmedi.

Tabiri caizse 1923’te, devlet treni yalnızca makas değiştirdi:

Selçukludan Osmanlıya geçişte olduğu gibi…

Kendine artık Osmanlı demek yerine, Türkiye Cumhuriyeti Devleti dedi.

Kök aynı, gelenek aynı, inanç yapısı aynı, siyaset aklı aynı…

Dükkan kapanmadı, tabela değişti.

Değişen tek şey, yönetim tarzı ve anlayış biçimi oldu.

Çünkü:

Her yeniçağ, kendi doktrinini ve paradigmasını doğuruyor.

Çok güzel bir atasözümüz vardır. Merhum Demirel sık aralıklarla tekrarlardı:

“Dünün güneşi ile bugünün çamaşırı kurutulamaz.”

Haşa…

Kimseye ne tarih dersi vermek gibi bir muradım var ne de kendimi buna memur görürüm.

Bu girizgahı, şu maksatla yapma ihtiyacı duydum:

Küresel anlamda dijital teknolojinin kuşatması altındaki dünyamız, artık yapay zekanın bir aparatı haline geldi.

Günümüzün savaşları eğer bombalarla, füzelerle, nükleer silahlarla sonuç elde edecek olsaydı, takdir edersiniz ki, iki yıl süren soykırımcı İsrail’in saldırılarının ardında ne Gazze ne de Filistin halkı diye bir şey kalmazdı.

On binlerce insan öldü, yüz binlerce insan yaralı, şehirler enkaz yığınına dönüştürüldü; tamam…

Ama ortada İsrail’in “zafer” namına kazandığı hiçbir şey yok; bilakis insanlık karşısında düştüğü alçaklığı ve katilliği var.

Kesin bir mağlubiyet yani…

Yukarıdaki bu kısım da, ikinci girizgah oldu.

Gelelim asıl söylemek istediğime…

Anadolu’nun, Türklerin yurdu olmasını ve burada bir Türk devleti bulunmasını bidayetinden beri içine sindiremeyen Batı, tarih boyunca akla hayale sığmayan tuzaklar kurdu, tertipler düzenledi, savaşlar çıkardı ve kalleşlikler yaptı…

Kısmen istediğini almış olsa da, uzun vadede kaybetti; Türkler kazandı.

Elbette ki sebebi hikmeti vardı:

Türkler, İslam’la müşerref olduktan sonra Allah yolunda öyle mübarek hizmetlerde bulundular ki, Mevla da mükafat olarak her seferinde, Türkleri düştüğü yerden kaldırdı; Türklere yeni zafer kapıları açtı.

1980 öncesinde terörle yakıp yıkmak ve Türkiye’yi bir avuç suda boğmaya kalktılar.

Seksenden sonra başka argümanları devreye soktular.

Nihayet 2000’li yıllara geldiğimizde ise, bambaşka silahlarla dikildiler karşımıza…

Gezi dediler…

Yargı darbesi dediler…

İktisadi kuşatma dediler…

İçeride birbirine düşman kesimler yaratmak istediler…

İkinci Dünya Harbi’nden hemen sonra Amerika, Marshal Planı ile büsbütün esir edemediği Türk devletini artık çağın silahlarıyla vurmak istiyordu.

Bunların başında kuşkusuz ki PKK gelmektedir.

Sonra…

Sokak olayları, halkı kışkırtma, ihanet içerisindeki kimi tarikat ve cemaatler…

Uyuşturucu…

Suç çeteleri…

Organize kötülükler…

Dediler ki, “…madem gezi olaylarında ve yargı eliyle kirli emellerimize ulaşamadık o halde askeri darbe yapalım.”

2016’nın 15 Temmuz’unda, onu da yaptılar nitekim…

Lakin bütün planları paçavra oldu.

Rabbim bir kere daha bu milletin (Türklerin) imdadına yetişti.

Dertleri davaları, yeryüzünde Türk devleti olmaması ve Türklerin yeniden tarih sahnesinde başrol oynamaması…

Ekonomi üzerinden vurdular…

Yaptırımlar eliyle terbiye etmeye kalktılar…

Müstevliler oyun içinde oyun kurdular…

Karabağ’da Ermeniler, Libya’da Rum ve İsrailliler, Irak’ta bölücü Kürtler, Suriye’de terör taşeronları…

“Türkiye” dediler. “Türkiye, birçok alanda olduğu gibi evvel emirde de savunma sanayinde muazzam atılımlar yaptı, yapmaya da devam ediyor. Artık bu Türkleri durdurmalıyız.”

Parasını ödediğimiz uçakları vermediler…

“Sizin ne işiniz var Afrika’da” dediler.

Kızgınlıkları öyle büyüktü ki, şunu bile söylediler:

“Hadi PKK eliyle kırk yıl boyunca bir netice alamadık. Yani Türk devletini yıkamadık. Fakat biz FETÖ’ye çok güveniyorduk, o bizim majör projemizdi. Siz onu da yerle yeksan ettiniz. Biz şimdi size karşı ne yapacağız?”

El cevap;

Türklerin önünde saygıyla eğilin.

Çünkü Türkler, inançları icabı “En büyük tuzak kurucunun Allah olduğuna” inanıyorlar ve o uğurda samimiyetle insanlık için mücadele ediyorlar.

Allah indinde hiçbir millet, ırkına, ordularının sayısına ve parasal gücüne göre üstün değildir.

Allah, kulları gibi milletleri de halis amellerine göre şereflendiriyor.

Antik tarihte binlerce Peygamberin gelip geçtiğini biliyoruz.

Bazılarının isimleri bildirildi, bazılarının ise sayısından söz edildi.

Sizce Türkler, mübarek rehberimiz Kur’an-ı Kerim’e göre, o sayıları bildirilen Peygamberler tarihinin neresindedir?

Öyle çokta uzak olmayan bir tarihti. PKK silah bırakmak istediği yönünde bir irade beyan etmişti.

Batı anında teyakkuza geçmiş ne kadar emekli ajanı varsa Irak üzerine salmıştı!

O tarihte ülkemizde ünlü olmasıyla bilinen bir gazeteci de hemen Kandil’e uçmuştu; kuşun kanadında…

O uçuş, Sümmani’nin, “Ya bir çift kanat ver ya da kuş eyle” nidasına elbette ki benzemiyordu.

Demişti ki, “Siz silah bırakırsanız, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni nasıl yıkacağız o zaman?”

O şerefsizin ulu dedesi ne yazık ki bir Osmanlı paşasıydı. Hem de “üçlü” arasından biriydi.

Gün gelecekti İlhan Selçuk şöyle diyecekti:

“Dedesi Osmanlıyı, o da Cumhuriyeti batırdı.”

Burada kastedilen elbette devlet olan değil.

Bizim Karabağ’da, bizim Libya’da, bizim Irak’ta, bizim Suriye’de ne işimiz var diyen aklı kıtlara reçete olur mu olmaz mı bilemem, lakin bu ülkenin artık akıl kaçkınlarından kurtulması lazım.

Zira…

Tımarhaneler bile tıpkı kamyonlar gibi artık istiap hakkını doldurdu.

Türkiye, akıl kaçkınlarından kurtulamadıkça vatan hainlerinin ihanetleri ile savaşsa bile bir netice alamaz.

Memleketin akıl hastası sayısı hainlerinin sayısını geçmişse, devlet çok acilen alarm üretmelidir.

Tıpkı şu günlerde olduğu gibi…