Türkiye safralarını atıyor

Mehmet ŞENER

Sokak serserileri, organize suç örgütleri, uyuşturucu baronları, siber suçlar ve bahis şirketleri…

Devlet bir yola çıktı ve geri dönüşü yok bu yolun... Gelin o vakit, vatansever herkes bu yolun bir yolcusu olsun.

Ne geceleri tefeci kabusuyla uyanan iş inşalarının ne de benim çocuğum uyuşturucu müptelası mı oldu diyen annelerin feryatlarıyla yankılanmasın bu ülke…

Dünü bilmeyen bugünü göremez, yarını da inşa edemez.

Zaman zaman gençlerin fevri çıkışlarını çok da yadırgamamak lazım…

Zira dünü bilmiyorlar.

Yani dünün Türkiye’sinde neler vardı, neler olurdu, neredeyse bütünüyle bihaberler.

Bu yüzdendir ki, acımasızca eleştirileri kurşun gibi yağdırıyorlar.

“Şehir genelinde artık başıboş sokak köpeği sorunu kalmadı” şeklinde açıklama yapan Vali’ye hücum ediyorlar.

Yahut da “Erzurum’da suç çetelerine ve uyuşturucu tacirlerine geçit verilmiyor” başlıklı haberler için yorum atıyorlar:

Dört tane hap yakaladınız diye mi övünüyorsunuz.”

Yok, gençler; yok…

Hasan… Hasan da, o kadar uzun boylu değil.

Meseleler, asla sandığınız gibi seyretmiyor… Hele hele de hiç mi hiç çelik çomak oyunu değil.

Ne demek istediğimi, bu girizgahla neyi murat ettiğimi anlamanız için bu şehirde yaşanan gerçek bir olayı aktarayım size…

Vaktiyle bu şehri şimdiki ifadesiyle organize suç örgütleri kuşatmıştı.

Aslında bunlar ekseriyetle tefeciydi; ama güçlerini ya terör örgütü PKK’dan yahut da Ankara’daki “büyüklerinden” alıyorlardı!

Hikaye çok uzun, ben özetin özetini sunacağım.

Kendisi hayattadır, isterse çıkıp bu yazdıklarımla ilgili konuşabilir.

Tefecilerin ağına düşen bir kıymetli iş insanımız artık baskılara ve tehditlere dayanamaz; soluğu emniyet müdürünün özel kaleminde alır.

Şekvacı yani müşteki ve şikayetçidir…

Müdür Beyin odasına girdiğinde gördüğü manzara şudur:

Hakkında şikayet dilekçesi sunacağı tefeci, müdürün karşısında ayak ayak üstüne atmış, bir elinde sigara ötekinde kahve fincanı katıla katıla gülüyor.

Merhum Necip Fazıl, mahpus olduğu sırada yazdığı “Zindandan Mehmed’e Mektup” şiirinde diyor ya…

(…)

“ Müdür bey dert dinler, bugün 'maruzât'!

Çatık kaş.. Hükûmet dedikleri zat... “

Müdür Bey gürlüyor:

“Söyle nedir şikayetin?”

Yutkuna yutkuna ancak şunları söylüyor:

“Efendim, bizim mahallede hayat kadınları taşkınlık yapıyorlar, mahallenin huzurunu kaçırıyorlar.”

Ak saçlı pos bıyıklı müdür, bu kez babacan bir ses tonuyla:

“Aferin sana, besbelli ki sen duyarlı bir vatandaşsın.”

O iş insanı, o gün o makam odasından sağ salim çıkıp canını kurtardığı için şükredip dururdu.

Ayakların baş, başların da g… olduğu günlerdi.

Ermeni asıllı bir PKK militanı tefeci, şehri kasıp kavuruyordu.

Polis derneğine yaptığı çok ama çok yüklü bağışlardan (rüşvet) ötürü de, emniyet müdürünün elinden plaket üstüne plaket alıyordu!

Bereket versin ki, bu şehrin hem yazılı hem de sözlü bir hafızası var.

O günleri bilenlerin çoğu hala hayatta…

Çıkıp tek tek anlatsalar…

Yıllarca polis korumasıyla yaşamak benim tercihim değil, yazdığım yazıların ve yaptığım haberlerin hülasasıydı.

Köprülerin altında o kadar su akıp gitti ki artık eski çanlar bardak oldu. Hem de tarihin çöplüğüne gömülerek…

Şimdi ne o emniyet müdürleri var ne de emniyet müdürünün odasında bir elinde sigara ötekinde kahve fincanı olan şerefsizler…

O Dönemin İçişleri Bakanı telefonla beni arayıp üstü örtülü hem tehdit etmiş hem de aklınca azarlamıştı:

“Kardeşim sen bu Kürtlerden ne istiyorsun, bu düşmanlığın niye?”

“Haşa” dedim. “Ben ne Kürt düşmanıyım ne de bir kavim için kin tutuyorum. Ben yalnızca bu ülkenin istikbaline katleden ve yasadışı yollara başvurmuş kimselerin karşısındayım. Nasıl ki, aç insana inancını sormuyorsak suç işleyenin de nereye müntesip olduğuna bakmıyorum.”

Bakan Beyin aradığı cevap bu değildi elbette ki…

Neyse ki bu devletin temelleri sağlam atılmıştı.

Devlet, bir bakanın uhdesinde oyuncak değildi.

Bir namuslu el uzandı ve ahlaksız yapıyı bir vuruşla yerle yeksan etti:

Emniyet müdürü görevinden uzaklaştırıldı, Ermeni asıllı PKK’lı tefeci ve bütün avenesi derdest edildi.

Bugünün Türkiye’sinde ise…

Kimse ama kimse devletten daha büyük değil.

Kimse ama kimse suçlu kimliğiyle ne emniyet müdürünün ne de savcıların odasında oturup sigara ve kahve keyfi yapamıyor.

Anında ümüğüne basılıyor, anında kendilerini yargıda buluyorlar.

Bir zamanlar hem uyuşturucu hem kaçak ürün hem de kaçak göçmenlerin transit yolu olan Erzurum, şimdilerde mayınlı tarla…

Basan patlıyor, geçen çarpılıyor.

Yok… Öyle bir dünya yok…

Sen Afganistan eliyle İran’a sokulan uyuşturucuyu Erzurum üzerinden Türkiye ve dünya pazarına sunacaksın, Erzurum polisi ve jandarması da bunu uzaktan izleyecek…

Geçti artık o günler…

Pos bıyıklı rüşvetçi emniyet müdürlerinin yerini, yürekli vatan evlatları aldı.

Siz hiç yıllardır, “Rüşvetçi jandarma komutanı” diye bir laf duydunuz mu?

Ya da kendisine tahsis edilen resmi makam aracında, uyuşturucu taşırken enselenen bir savcı haberi izlediniz mi?

Erzurum’da olağanüstü güzel şeyler oluyor.

Polis de jandarma da ve elbette ki MİT de zerre boş durmuyor.

Kim ki bu ülkeye ve bu ülkenin gençlerine hainlik düşünüyorsa, devlet onlardan birkaç adım önde ve enselerinde…

Bir vakitler kevgire dönen Erzurum Transit Yolu, bugünlerde suç ve suçlu için kapan oldu.

Basan anında yakalanıyor.

Bu mesele, şahıslardan azade…

Bu mesele, milli bir devlet politikası…

Türkiye, kirlerinden arınıyor.

Türkiye, evlatlarının yarınlarını bina ediyor.

Türkiye, Gazze ve Sudan olmamak için canhıraş bir şekilde koşturuyor.

Türkiye, acımasız küresel dünya önünde diz çökmemek için kıyam ediyor.

Bu sebeple yazının başında gençlere vurgu yaptım.

Keşke biraz maziyi bilseler ve keşke ülkemiz üzerine oynanmak istenen oyunlar hakkın azcık malumat sahibi olabilseler.

Siz ne düşünüyorsunuz bilemem…

Bendeniz; uyuşturucunun, kumarın, ahlaksızlığın ve yalan yanlış amelin Türkiye için İsrail’den bile çok tehlikeli olduğuna iniyorum.

Tahrip etmek istiyorlar.

Önce aile yapısı, sonra gençler…

Azmış dallarını değil, ağacı kökünden kesmek diliyorlar.

Geldiğim nokta şudur:

Bu şehirde kimse, “… Ben polis vakfına ya da derneğine her neyse, ( o niye hala varsa anlamış değilim) şu kadar bağış yaparsam, her türlü suçtan yırtarım diyemiyorsa eğer, orada meşru nizam hakimdir demektir. Orada devlet, suç ve suçluya meydan okumuştur demek.”

Erzurum’da bu düzen hakim artık…

Vaktiyle beş bin dolar polis vakfına bağış yaptığı için gece gündüz ehliyetsiz dolanan soytarıların şehri değil Erzurum…

Erzurum; adam olmakla adam olmak için yarışanların ve günün sonunda o adam olmamak isteyenlerin yittiği şehir…

Sen şehrin göbeğinde bir kahvehanede esrar ve hap satacaksın, ama sırf bir yerlerde adamın var diye gerile gerile oturacaksın.

Bitti…

O günler çoktan bitti.

Gün, kefaret günü…

Ama hakikaten ucu nereye kadar giderse gitsin.

Yoksa Tayyip Bey, bugün ve yarında da Ruzi Mahşerde sizden davacı oluruz.

Türkiye çok acı çekti yıllar yılı…

Artık safralarından kurtulma vaktidir.

Bizim, bilim kurgu kahramanlarına değil; yalnızca bugün olduğu gibi şerefli kamu görevlilerine ihtiyacımız var o kadar…