1. YAZARLAR

  2. Mehmet ŞENER

  3. Bu kıssadan bir hisse alan alır almayanın da keyfi bilir. Biz yalnızca tarihe küçük bir not düşüyoruz o kadar...
Mehmet ŞENER

Mehmet ŞENER

Yazarın Tüm Yazıları >

Bu kıssadan bir hisse alan alır almayanın da keyfi bilir. Biz yalnızca tarihe küçük bir not düşüyoruz o kadar...

A+A-

17 Aralık'ın üzerinden beş yıl geçti...

Peki bu sürede, FETÖ belası kamilen bertaraf edildi mi?

Soru şu: Pensilvanyalı  esvaplı şeytan, küresel bir tuzak olan "Türkiye'yi bölüp parçalama projesi"nin neresinde?

Soru şu: Bazı çevreler kötü niyetle olmasa da, sırf akıl tutulması yüzünden, artık sapla samanı birbirine karıştırdığı için bir zaman sonra FETÖ davası da iğdiş mi edilecek?

En esaslı soru da şudur: Allah esirgesin, diyelim ki (kısa vadede) şu ya da bu sebepten ötürü artık Tayyip Bey yok. Bu durumda, mahut çevrelerin inandıkları ve de büyük bir ümit besledikleri gibi, Türkiye bir kaç ay sonra yeniden FETÖ kontrolüne girer mi?

Pensilvanya'da mukim meczubun CIA'dan aldığı sufle üzerine, "Tamam, bu iş buraya kadar.Tayyip gidiyor, biz geliyoruz!" dediği 17 Aralık'ın üzerinden tam beş yıl geçti.

Yine böyle soğuk bir kış günüydü, takvim yaprakları 17 Aralık 2013'ü işaret ediyordu; o sabah, kendilerini "FETÖ'nün kamikazeleri" olarak gören bir kaç polis şefi, üç beş savcı ve aynı kafadaki bir iki hakim eş zamanlı olarak "düğme"ye basmıştı!

Görünürde devleti  yöneten bazı bakanlar ve onların çocuklarıyla kimi yakınları çok büyük bir yolsuzluk yapmış, devlete kazık atarak tarihin en büyük vurgununu gerçekleştirmişti!

Evet; iddia buydu.

İlk bakışta, sanki namuslu emniyet ve yargı insanları milleti soyan haydutlara karşı cephe açmış gibi görünüyordu.

Oysa meselenin ne yolsuzlukla, ne vurgunla ne de haydutlukla hiç bir ilgisi yoktu. (Yolsuzluk yapan ya da hakikaten bir yolsuzluk vardıysa, dertleri bunu bulup çıkarmak, faillerini ifşa etmek değildi. Onların derdi başkaydı) Zira o düğmeye basan anlayışın bizzat kendisi, milleti, başta himmet, kurban parası ve daha nice desise ile iliklerine kadar soyup soğana çevirmiş bir çeteydi.

Yapılmak istenen aynı gün ortaya çıktı: Aklıselim herkes anladı ki, Pensilvanya'daki o esvaplı şeytan, kendisini öylesine "oldu" ve "tamam" olarak görüyor ki, artık Türkiye'de hem rejimin adı, hem de devlet yönetiminin biçimi değişsin istedi!

17 Aralık 2013, bu işin miladıydı. Amerika'da kurulup Türkiye'nin üstüne salınan bu mekanik düzenek, ilk hamleyi yapıp karşı tarafın refleksini ve gücünü görmek istedi. (Tabii ki bunu görmek isteyen o kurgu değildi, o kurgunun arkasındaki üst akıldı asıl olup bitenleri merak eden)

2012 yılında FETÖ'nün Romanya imamı olan çakal, salonu dolduran yüzlerce insana bakarak, "...Türkiye'de bir adam var, galiba siz O'na 'başbakan' diyorsunuz. O, kendisini oraya taşıyan iradeyi artık inkar ediyor, ama unutmasın ki nasıl O'nun paşa babalarını kulaklarından tuttuğumuz gibi (Ergenekon Davası'nı kastediyor) içeri tıktıysak, günü geldiğinde O'na da aynısını yapmasını biliriz!" dediğinde, en başta iktidar mensupları olmak üzere, pek çok kimse, "...Yahu birader bu manyak neler söylüyor böyle?" diye sorma ihtiyacı duymamıştı, bu fakirin dışında...

Keşke bir avuç namuslu ve şerefli emniyet mensubu ile yargı insanının hakikaten yolsuzlukla mücadele sürecinin adı olsaydı, 17 Aralık 2013...

Fakat değildi. 17 Aralık kesinlikle ve kesinlikle vicdani  bir ayaklanma yahut da hemşerimiz merhum Nurettin Topçu'nun ifadesiyle bir "İsyan Ahlakı"nın adı değildi.

17 ve peşinden gelen 25 Aralık, yüzde yüz uluslararası bir operasyonun Türkiye üzerine kirli bir denemesiydi.

18 Aralık'ta mevzuya uyanmış ve aynı gün kaleme aldığımız o satırlarda, "...Bu operasyonun, yolsuzluklara karşı bir savaş olduğuna kati surette inanmıyorum" demişiz.

Nitekim kısa süre içinde de haklı çıktık. Türkiye, o günlerde hükümetin cesareti ve milletin basireti sayesinde bir büyük "yıkım"ı ufak tefek kırık çıkıklarla atlatmıştı.

Lakin ayan beyan belliydi ki, Türkiye'nin başına çuval geçirmek isteyen küresel aktörler boş durmayacak, o mekanik tetikçileri eliyle yeni hamleler yapacaktı.

15 Temmuz, o hamlelerin et'e kemiğe bürünmüş en müşahhas bir neticesiydi!

17 Aralık'ın üzerinden beş yıl geçti. Bu sürede Türkiye öyle badirelerden atladı, öyle tuzakları savuşturdu ki, başka bir ülke olsaydı çoktan dibe vurup darmadağın olurdu.

Hamdolsun ki Allah'ın lütfü ihsanı, milletin azmi ve cesareti, Tayyip Bey'in de kararlı tavrı sayesinde, tarumar olmaktan kurtulduk.

Şimdi gelelim o esaslı soruya:

FETÖ'yle mücadelede Türkiye nereye savruluyor?

250 şehidin, iki bin dolayında gazinin, onlarca milyar dolar da maddi zararın fatura olarak milletçe önümüze konulduğu 15 Temmuz, tıpkı Ergenekon'da olduğu gibi ifsat ve iğdiş edilmeye mi başlandı?

Mahut çevreler adeta ellerini ovuşturarak şu son günlerde yapılan yalan yanlış işleri büyük bir sevinçle takip ediyor. "Ohh..Ohh... Ne güzel bu dava da artık ninno olmaya başladı"diyor.

İnsanoğlu hilkati icabı, vicdan muhakemesi yapan bir varlık. Bu sebepten yalnızca iki renk arasına sıkışıp kalmıyor. Biliyor ki siyah ve beyazın dışında onlarca renk var. Elbette olup bitenleri tetkik ediyor, aklı ölçüsünde muhasebe yapıyor. Lakin görüyor ki, zaman zaman siyasi iradeyi şekillendiren odaklar öylesine layüsel olabiliyor ki, göz göre göre yalan ve yanlışlar, hakikatin yerine ikame edilmek isteniyor.

Unutmayalım ki:

FETÖ belası, aynı zamanda bu ülkenin bir beka sorudur.

Kim ki...

"Nasılsa 17-25 Aralık'ı atlattık, ardından gelen 15 Temmuz'u savuşturduk, bundan sonra bize top atsalar değmez" diye düşünüyorsa, unutmasın ki dehşetli bir hata ve yanılgı içindedir.

FETÖ denilen bu İblis, ferdi vahit değil ki, boynunu kopardığında ondan gelecek olan şer ve beladan da kurtulmuş olasın.

FETÖ, bize bakan yanıyla Pensilvanya'da yaşayan bir tetikçi ve İslam düşmanı bir kalleş... Lakin aynı FETÖ, aslında bu ülkeye ve bu millete kasteden ne kadar küresel şebeke varsa, işte onların tamamına teşmil bir mümessildir.

Üzerinden ister beş ister yirmi beş yıl geçmiş olsun, değil mi ki FETÖ bir "anlayış"ın ve küresel bir yapının Türkiye distribütörüdür , şu halde hiç bir tehlike bertaraf olmuş demek değildir.

Görüyoruz ki, mahalli seçimlere gittiğimiz şu günlerde kimi aklı evvel Ak Partili başkan aday adayı, sırf üç beş oy uğruna “FETÖ dememek için” türlü taklalar atıyor. Allah korusun bu şaklabanların başkan olması demek, FETÖ’nün fiilen iktidarı anlamına gelir. Çünkü bu şaklabanlar, belediye başkanı olmak ve sonraki zamanda da belediye kaynaklarını ceplerine ve yakınlarına aktarabilmek için her türlü eyyamcılık, riyakarlık ve hacıyatmazlık yapabilirler. Onlarda bu potansiyel mevcut.

Ak Parti vicdani bir tercihle karşı karşıyadır. Ya namuslu ve şerefli FETÖ karşıtı aday adaylarını aday gösterecek ya da sırf CHP’ye karşı seçim kaybetmemek için nerede namussuz ve şerefsiz varsa onlara prim verecek. Tercih Ak Parti kurmay heyetinindir.  

Ak Parti’de belediye başkan adaylarını belirleyen alt ve üst komisyon diye tasnif edilen birimlerde vaktiyle FETÖ’ye türlü güzellemeler yapan isimlerin olduğunu biliyoruz. İşte bu yüzden FETÖ ile mücadele o kadar önemli ve o kadar önemli ki, gün gelir Ak Partililer belki FETÖ ile yeniden kucaklaşabilir diyerek bu meselenin ülkenin bir beka meselesi olduğunu tekrar tekrar hatırlatıyoruz.

Yedi sekiz yıl önce aynı Ak Parti içinde Pensilvanya’daki esvaplı şeytanın nasıl büyük bir “mübarek alim ve kainat imamı” olduğunu bize anlatan bu şehrin evladı olan bakan vardı. Ve biz O bakanın gözünde “kafir”dik, “müşrik”dik… Ama O bakana göre o gün de Pensilvanya’da olan esvaplı şeytan ‘hüccet’ti. Nasıl ki, O Pensilvanyalı şeytandan boşalan yeri bugün doldurmak için canhıraş bir halde mücadele eden yamyamları aynı anlayış destekliyor ve tutuyorsa, iktidara diyeceğimiz şudur:

Ya samimi ol ya da tercihini onlardan yana yap..

Böylelikle biz de dostu düşmanı birbirinden tefrik edelim. 

Önceki ve Sonraki Yazılar

YAZIYA YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.