1. YAZARLAR

  2. Mehmet ŞENER

  3. Yakacak geminiz yoksa...
Mehmet ŞENER

Mehmet ŞENER

Yazarın Tüm Yazıları >

Yakacak geminiz yoksa...

A+A-

Gemiler bir kere yakılmaya görülsün artık geri dönüş yoktur. Biz bu gerçeği, ta asırlar önce İspanya fatihi İslam komutanı Tarık Bin Ziyad’tan beri biliyoruz. Askerleri karaya ayak basar basmaz bütün donanmayı ateşe verdirmişti, dönüşü olmayan bir yola girildiğini göstermek için… Kimbilir, Tarık Bin Ziyad o gün o gemileri yaktırmamış olsaydı belki de asırlar boyu süren İspanya Endülüs Devleti olmayacaktı. Her milletin tarihinde gemileri yaktığı bir an vardır. Misal; biz Anadolu insanı da en son İstiklal Harbi’nde yakmıştık gemileri… Düşününüz ki Kazım Karabekir Paşa, Erzurum’dayken kendisine İstanbul hükümetinden ulaşan telgrafın gereğini yapmış olsaydı, tarih bugün bambaşka yazılmış olacaktı. Şöyle ki: Mustafa Kemal Atatürk bir kurtarıcı olarak değil, belki de “hain” olarak geçecekti kitaplara… Halide Edip Adıvar’ın, “Türklerin ateşle imtihanı” dediği bu olsa gerek… 90 yıllık Cumhuriyet tarihimizde, öyle badirelerden atlayıp bugünlere ulaştık ki, “17 Aralık Yargı Darbe Girişimi” pek çoğumuz için hiç de “anormal” bir durum olarak görülmedi. Çünkü geride kalan o 90 yıla, üç darbe, en az beş darbe girişimi, onlarca kaos, onlarca kriz ve yüzlerce tuzak içinde tuzak gördük. Tayyip Bey, “Karşı karşıya kaldığımız bu durum, yeniden millet olarak İstiklal Mücadelesi vermemizi gerektirmektedir” diyor. Paralel Yapı ise, “Milletimizi kurtuluşa ulaştıracak yol, Türkiye’nin Tayyip Erdoğan’dan kurtulmasından geçiyor” biçiminde düşünüyor. Her iki tarafın da meseleyi gerektiğinden daha fazla abarttığını düşünüyor olabilirsiniz. Fakat şunu bilmelisiniz ki her iki taraf da abartmıyor. Abartmıyorlar çünkü: Bu amansız mücadele, tam da Tarık Bin Ziyad’ın İspanya sahillerinde yaptığı gibi tüm gemileri yakmaktır. Bir yanda, meşru yollar kullanılarak kuşatma altındaki bir devletin kurtarılması mücadelesi var; öbür yanda da kuşatmayı ölümüne korumaya çalışan tanımlanamayan yasadışı bir oluşum… Yasadışı o oluşumun kaptan köşkünde ise İsrail oturuyor. Bunu biz değil, kendileri söylediler. Hem de bir defa değil onlarca kez… “En sevdiğimiz ülke” demek suretiyle, tevil götürmez bir şekilde nereye secde ettiklerini göstermiş oldular. Beri yanda da bizzat kendi devletimiz var. “İstiklal Mücadelesi” denilmesi de zaten bu yüzden… Hatırlayınız lütfen… İstanbul’da Damat Ferit ve yandaşları, “Ya istiklal ya ölüm” parolasıyla yola çıkan Mustafa Kemal ve dava arkadaşlarını “vatan haini” ilan etmemiş miydi? O gün de kimi aklı kıtlar, bağımsızlık yerine, “boyunduruk altına girmeyi” daha ehveni şer olarak görmüyor muydu? O gün de birileri “asalım, keselim” diyordu. Bugün de birileri “her türlü yolu kullanarak hükümeti devirin, Tayyip’in defterini dürün” diyor. Aslında biliyoruz ki defteri dürülmek istenen, Tayyip Erdoğan’la beraber bütün bir millettir. İsrail’in bir çakıl taşı için bütün bir Anadolu’yu ateşe vermeye yemin etmiş o yapı karşısında sergilenen bu duruş, en az İstiklal Mücadelesi kadar aziz ve millidir. Şehrimizden de biliyoruz kimi Şark kurnazları bu olup bitenler karşısında şöyle bir pozisyon aldılar: “Bekleyip görelim hangi taraf kazanırsa hemen oraya koşup, yaşasın yeni kralımız diye bağıralım.” Neyse ki İstiklal Mücadelesi, o korkakların namlularının ucunda hayat bulmayacak. Yoksa bütün bir millete yazık olurdu. Son olarak şunu söylüyoruz: Yarınları için bugünkü gemilerini yakmaya kıyamayan ya da korkanlar, tarih boyunca hep esaret altında kalmaya mahkumdurlar. Bazıları buna “iktidar oyunu” diyor. Keşke o kadar basit olsaydı, çok kolay derdik ki canınız cehenneme bizi rahat bırakın. Ama biliyoruz ki mesele, küresel bir canavarlıktır ve o canavarın hedefinde de bütün bir millet vardır.

Önceki ve Sonraki Yazılar

YAZIYA YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.