1. HABERLER

  2. GÜNCEL MEDYA

  3. Darbe kafasından, rol kafasına!
Darbe kafasından, rol kafasına!

Darbe kafasından, rol kafasına!

Orhan Bozkurt yazdı...

A+A-

Erzurum, sadece bir şehir değil;
Dadaş ruhunun kalbi, yiğitliğin, direnişin ve onurun kalesidir.


Ne diyordu Akatay, Dadaş'ı anlattığı BAR şiirinde;

 

"Yüzyılların ardından kopup gelen bir vakar,
kahramanlık, yiğitlik, erlik destanıdır bar."

 

3 Temmuz’da işgal ve işbirlikçilere karşı ilk direniş ateşi bu şehirde yakıldı.


Ve 23 Temmuz 1919’da Mustafa Kemal Atatürk, Erzurum Kongresi’nde üniformasını çıkarıp haykırdı:
“Manda ve himaye kabul edilemez!”

 

Bu söz, tam bağımsızlığın, egemenliğin ilanıydı. O günden beri Erzurum, tam bağımsızlık mücadelesinin sarsılmaz simgesi oldu.

 

Dün, 15 Temmuz'du... Bu yurdun gördüğü en hain, en emperyalist, en işgalci başkaldırının 9'uncu yıl dönümü... 

 

Dün, o karanlık geceyi anımsadım... O gece saatler durmuştu.

 

Ve Erzurum, yüzyıllık hafızasından doğrulmuştu.


Akatay'ın dediği gibi;

 

"Bir savaş seyri vardır, Dadaşın her Bar’ında,
Görünce kanın kaynar, o an damarlarında..."


Tank paletlerinin çığlığı değil, halkın haykırışı yankılanıyordu Cumhuriyet Caddesi’nden. O karanlıkta hainlere karşı bir ses yükseldi:

“Ben sizin gibi köpeklerin emrine girmem!”

 

O söz, sadece Osmaniyeli Kamil Karabörk'ün, bir emniyet müdürünün haykırışı değildi; bu memleketin, dağın taşın, rüzgârın bile isyana kalktığı bir vakardı.

 

O gece,  Erzurum direnişinin simgesi sadece bu şehirde de değildi;

Zekai Aksakallı, bu yurdun bir evladı, gerçek bir Dadaş olarak Ankara’da sahnedeydi ve direnişin sembolü oldu.

 

Dadaş ruhunu, cesaretini ve kararlılığını en kritik anlarda gösterdi.

 

Onun duruşu, sadece Erzurum’un değil, tüm Türkiye’nin direniş meşalesiydi...


Aksakallı Paşa; o karanlık gecenin hem kahramanı, hem de sırrı… Ölüm emirleri verdi, “vur” dedi, vuruldu.
Milletin kaderinde kilit bir rol üstlendi; cesaretiyle, kararlılığıyla gecenin ve geleceğimizin  akışını değiştirdi.

 

Ve unutulmamalıdır ki,
bu şehir sadece direnişin değil; aynı zamanda Cumhuriyet’in doğuşunun mihenk taşıdır.

 

O gece, İçişleri Bakanı Efkan Ala da Erzurumlu kimliğiyle yönetimin en üst kademesinde kritik kararların merkezindeydi.

 

Dadaş ruhu o karanlık gecede sadece sokakta değil, masalarda da vardı.


***

 

Darbe kafası kolay tanınır.
Omuzda apolet varsa ama kalpte millet yoksa…
Gözünde harita ama alnında vicdan yoksa…
Adını ister general koy, ister efendi — sonuç birdir: Hain.

 

Erzurum’un farkı burada.
Bu şehir, hainle göz göze geldiğinde bakışını kaçırmaz.
Erzurumlunun alnı açık, kaşı çatık olur o anda.
Ve darağacı değil, meydan kurar; çünkü her Dadaş bilir ki:

Demokrasi de namus gibidir,
Bir kere düşerse, bir daha kalkmaz.


15 Temmuz’da yurdumuz sadece tankla savaşmadı; aynı zamanda bir zihniyetle hesaplaştı.

 

İşte bu yüzden Atatürk Üniversitesi İletişim Fakültesi'nin “Darbe Kafası” adlı kara mizah niteliğindeki kısa filmi çok yerinde...

 

Çünkü darbe sadece silahla değil, kafayla yapılır.

 

Ve bazı kafalar hâlâ eski vesayet fişiyle çalışıyor.

 

Ne yazık ki bazen kravat takıyor, bazen kürsüye çıkıyor, bazen de “bağımsız” görünmeyi beceriyor.

 

O şiire dönersek;

 

"Barbaşı sallarken gönülden mendilini,
Gözüne al dadaşım, gönülden sevdiğini..."

 

Ama gel gör ki dün…

 

Cumhuriyet Caddesi’ne bak bakalım:
Kim var orada?


Zorla tutulmuş protokol kalabalığı.
Hazır metinlerle yapılmış konuşmalar.


Görevli kameramanlar, “görsel alınsın yeter” diyen gözler…

 

O geceki coşku, o inanç, o öfke, o yemin yok artık.


Bayraklar hâlâ sallanıyor, ama kimin elinde?
Meydan hâlâ dolu, ama neyle?

 

Çoğu ya mecburiyetten orada…
Ya bir fotoğraf karesine girmek için…
Ya da kendi geçmişini temize çekmek için…

 

Ve daha da acısı şu:
Rol yapanlar çok.
Ama “Darbe Kafası” filmindeki karikatür tipler kadar bile değiller.

 

Dün meydanda olanların çoğu, hangi safın insanı olduğunu bile unutmuş.

 

İşte yine imdadıma yetişti Akatay;

 

"Ses yok, donmuş dudaklar, gözler halkalanıyor,
Ufuklar bayraklaşmış, cihan dalgalanıyor..."

 

Ve sorulması gereken asıl soru budur:

 

Bu kadar mı unuttuk?
Bu kadar mı kolay oldu tankın gölgesinden çıkıp, tribün gölgesine sığınmak?

 

Eğer gerçekten unutmadıysak,
neden sokaklar bomboş?
Neden sözleriniz kopyala-yapıştır?

 

O gece “Ben sizin gibi köpeklerin emrine girmem” diyen adam gibi bugün konuşabilen kaldı mı içimizde?

 

Darbe kafasından daha tehlikelisi, unutan kafadır.

Rol yapan kafadır.

Sırasını bekleyen, kaydını yaptıran, alkışını ölçen kafadır.

 

Ve şunu unutmayın:

 

Dadaşlık, bir gece sokağa çıkmakla olmaz.
Dadaşlık, o geceyi içimizde taşımakla olur.
Ve darbe kafasını yalnız geçmişte değil, bugün de tanıyıp yüzüne haykırmakla olur.

 

"Vur davulcu, candan coşsun dadaşım,
Çal zurnacı, oynasın dadaş, dönüyor başım."

 

Önceki ve Sonraki Haberler

HABERE YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.