BU GİDİŞ gidiş değil
Mümkün ki, herkese göre farklı cevabı olan bir soru bu:
Ekonomide yaşanan sıkıntılar mı yoksa küresel çaptaki oyunlar mı yüzünden, toplumsal çürüme girdabına düştük?
Uyuşturucu, yolsuzluk, sanal kumar ve suç çeteleri artık milletin kimyasını bozmaya hatta ulusal güvenlik sorunu haline gelmeye başladı.
Sormadan edemiyoruz: Emperyalist baronlar, askeri darbeyle değiştiremediği siyasi iktidarı, halkı iğdiş ederek mi yıkmaya çalışıyor?
***
Bir yandan hem üzülüyoruz, hem de derin endişelere kapılıyoruz:
Türkiye bu hızla nereye koşuyor?
Yahut da Türkiye nasıl bir sarmalın içerisine düştü…
Hani vaktiyle, Amerika’da bize dair bir senaryo yazılmıştı:
“Mademki Türkiye’de, siyasi iktidarı askeri darbe ile değiştiremedik; şu halde başka yolları denemeliyiz.”
Zahir, o başka yollar en hunharca bir ölçüyle deneniyor.
Baksanıza ardı arkası kesilmeyen ve topla topla bitmeyen organize suç çeteleri…
Yasadışı küresel bahis (kumar)…
Ünlü ünsüz ayrımı yapmadan topluma musallat olmuş uyuşturucu salgını…
Şeytanın bile aklına gelmeyen kimi mali suçlar (sahte fatura, kara para aklama)…
Suça özendirilen çocuklar…
Kadın cinayetleri…
Akran zorbalığı…
Bir türlü zapturapt altına alınamayan pahalılık ve aklen izahı olmayan zamlar…
Siber suçlar artık vaka-i adiye sayılır oldu…
Toplumsal cinnet geçiriyoruz desem, ağır kaçacak, ama buna sosyolojik bir ad bulmak zorundayız.
Çürüme mi, ahlaki erozyon mu, inanç fukaralığı mı, vicdani çöküntü mü?
Sahi nedir Türkiye’nin yakasına yapışıp kalan bu illetin tam adı?
Ve fakat bir yandan da sevinmeli miyiz?
Bardağın yarısı dolu nazarıyla bakınca:
Türkiye safralarını atıyor…
Türkiye midesine çöreklenen zehri kusuyor…
Türkiye kirli yanıyla yüzleşiyor…
Yeniden koşmak için önce ayağa kalkmanız lazım.
Bunun için önce…
Arınmamız, temizlenmemiz, putlarımızı yıkmamız, tövbe etmemiz ve köklerimize dönmemiz gerekir.
Daha da önemlisi sorunların üstünü örtmek yerine, sorunlarımızla korkmadan yüzleşmemiz, olmazsa olmazımız bir hale dönüşmelidir.
Şu dehşetengiz tabloya bakar mısınız?
Türkiye’den sanal kumar eliyle yurtdışına çıkan paranın miktarı, 150 milyar dolar…
Başka bir ifadeyle, ülkenin gayri safi milli hasılasının neredeyse yüzde onu…
150 milyar dolar bu ülkenin kaynaklarından, bu milletin cebinden çıkmış küresel baronların kasasını doldurmuş.
Onlar da o milyar dolarlarla, İsrail’e silah yapıp vermiş, parasal yardım etmiş, daha çok Müslüman öldürsün diye, bizim paramızla bomba olup Gazze’nin üzerine yağmış.
Türkiye iki yıl önce asrın felaketini yaşadı:
11 il, elli ilçe ve yüzlerce köy neredeyse yerle yeksan oldu.
Binlerce insanımızı kaybettik.
İliklerimize kadar sarsıldık.
Yetkililer söylemişti:
“Yıkılan bu yerleri yeniden ayağa kaldırmak için 100 ila 120 milyar dolar arası bir para gerekiyor.”
Allah aşkınıza bir mukayese yapın…
Bir yanda bu ülkenin cebinden Batı’ya akan 150 milyar dolar tutarında kumar parası…
Beri yanda yeniden inşa için 120 milyar dolar…
Kemal Tahir, “Kurtlukta düşeni yemek kanundur” diyor.
İstiyorlar ki, Türkiye yere kapaklansın…
Bir daha gün yüzü görmesin diliyorlar…
Gerekçeleri de şu:
“Sen misin, savunma sanayiinde dışa bağımlı olmaktan kurtulmaya çalışan… Sen misin, kendi milli uçağını, füzeni, gemini ve silahını üreten… Sen misin, küresel oyuncu olma yolunda ilerleyen…”
Devam ediyor:
“Ben başına nice belalar açayım sen de gör.”
Hangi toplumun veya ülkenin üstüne kısa bir zamanda bunca musibet boca edilse orası felç olurdu, bitkisel hayata geçerdi.
Bu olup bitenleri “toplumsal yozlaşma, toplumsal sarhoşluk” diye geçiştiremeyiz.
Arka planında çok sinsi bir kurgu, şeytani bir akıl var.
Halide Edip’in dediği gibi bu…
“Türklerin ateşle imtihanıdır”
Çok yaman bir savaştayız.
Adına henüz Üçüncü Harp denilmedi, ama cephe hattı çoktan Türkiye hudutlarına dayandı bile…
Uyanmalıyız, adam akıllı bir şekilde silkinmeliyiz.
Yorulduk, bitap düştük:
Uzatılan parmağa bakmaktan, o parmağın işaret ettiği yeri göremiyoruz…
İblis devriyede, enikleri pusuda…
Türkiye türlü tuzaklarla karşı karşıya…
Eyvallah…
Ve fakat…
Bu bize, sıcaktan bunaldığımız için güneşe küfretmeyi haklı kılmaz…
Türkiye, kazandaki bulgur gibi kaynıyor.
Pilav olmak yerine, lapa olup çıkıyor.
Senin adamın, benim adamım diye kamplara bölünmek yerine…
Diyelim ki, kim ki kirlendiyse acilen temizlensin…
Siyahla beyaz arasında koşmaktan öylesine mecalsiz kaldık ki, öteki renkleri çoktan unuttuk…
Birileri Türkiye’yi eleğe koyup, çeltik çıkarmak istiyor.
Bu ülkenin dini otoritesinin hala bir sancısı yok:
Bu toplum, hangi ara bu felaketin girdabına düştü?
Birkaç asır önce de ahlaki erozyonu tartışma yerine, medreselerde başlıca mesele şuydu:
“Melekler erkek mi, dişi mi?”
Bugün neyi tartışıyoruz?
Köpek olan eve melek girer mi, girmez mi?
Karanlık, bir toplumu kuşatırsa ve orada gür sesle bir itiraz çıkmazsa, kenar mahallerde yanan mumlar, seraptan öte bir değer arz etmez.
Artık nihayete erdiriyoruz yazıyı…
Kürt belediye başkan adayımız şöyle özetlemişti meseleyi:
“Bir toplumda üç “E” olmazsa olmazdır.”
Pekii nedir bu üç e?
Bir: Eğitim…
İki Ekonomi…
Üç: Eklak…
Nasıl olur bilemem, ama bizim hastayla ilacı buluşturmamız lazım…




YAZIYA YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.